22 Haziran 2011 Çarşamba

Söyleşi: Merih Akoğul - Ali Alışır

     Merih Akoğul'la ilk tanışmam ne zaman oldu hatırlamıyorum. Ama büyük olasılıkla fotoğraf kulübünden önce, YKY'nin düzenlediği sanat etkinliklerinden birindeydi. İstiklal'deki YKY kitabevine uğradıkça aylık programı inceliyorum.
     Katıldığım etkinliklerden öğrendiklerim veya yalnızca kafamda oluşan soruların bana katkısı büyük, takip etmenizi öneririm(Bir de eskiden etkinliklere katılanlara %30 indirim kuponu veriyorlardı. Artık kaldırdılar o uygulamayı. Olur da ilgili biri okur ya, yine olsa pek hoş olur diye belirteyim ben :) )
     Merih Akoğul bu program dahilinde her ay birini davet ediyor. Bu ayki konuğu ise Ali Alışır idi.
     Bu isim benim için yeni, daha önce duymamıştım. Duyup da öğrendiğime, işlerini görüp bizzat tanışma fırsatı bulduğuma sevindim. Mütevazi ve sevecen biri, işlerini de oldukça titizlikle yapmış. Ancak düşünce-ürünün başarılı birleşimi ardından 'Ali Alışır Photography' yazısı çıkması ucuz duruyor, bu da bir gerçek. Kişisel bir seçim pek tabi.
     Ali Alışır 1978, İstanbul doğumlu. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde burslu olarak grafik tasarım okumuş. Bu sırada resim ve fotoğraf dersleri almış. Daha sonra İtalya'ya gidiyor ve fotoğraf işleri yapıyor, moda fotoğrafları çekiyor.
(Kısaca özgeçmişinden bahsedebilmek için internet sitesine girdim. Bir sanatçının anadilini es geçerek yalnızca ingilizce veya herhangi bir başka dilde internet sitesi yapmasını anlamıyorum. İngilizce vs. olsun ama siteyi açınca karşına çıkan sanatçının anadili sonrasında bir başka dil olmalı. Hele ki anadili hiç kullanmamak, tuhaf. Umarım kısa sürede sitesine türkçe bilgilerini de ekler.)




     2009'da Sanal Bedenler çalışmasına başlamış. Burada elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum ancak sunumu gerçekten dinlenesi. Fotoğraf serisini gösterdikten sonra kısaca sanatta modern dönemden post-digital döneme geçiş ve bunun sanat eserlerine, gerçeğin kendisine ve algısına, taklit/kopya, simülasyon ve simulakr kavramlarına değinmesiyle fotoğrafları daha açıklayıcı bir hal aldı benim için.
Ali Alışır Sanal Bedenler serisinde model olarak arkadaşlarını kullanmış. 
Evet, tam olarak kullanmış.
İnsanın kendinden, kendi yüzü ve bedeninden uzaklaşması, yabancılaşma duyguları çıkış noktası.
Çağımızla birlikte tek tipleşen insanı, farklı kişilerin yüzlerini ve farklı mimikleri, bedenleri tek bir karede birleştirirek aslında ne kadar çok birbirine benzediğine bir eleştiri getirmiş.
Genellikle bu kadar çok manipülasyon içeren ve 'digitalim ben!' diye bağıran fotoğraflardan hoşlanmıyorum.
Ancak burada eleştiri konusu olanı araç yapması, tabir-i caizse fotoğrafı izleyenin daha da gözüne sokarak kullanmasının verdiği rahatsızlık hoşuma gitti.
     Merih Akoğul'un sorduğu bir soru arkadaşlarının fotoğrafları gördükleri zaman verdiği tepkilerdi. Ali genelde olumlu yorumlar almadığını ve sergi açılışlarına bu kişilerin geldikleri halde kendi fotoğraflarını benimsemediklerinden söyledi.
Ben bunun fotoğraflarının başarılı olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Anlatmak istediği yabancılaşma ve içeriğin ortalıktan kaldırılıp yalnızca imaja yönelik üretimlerin eleştirildiği bir seride kişilerin kendi fotoğraflarını sahiplenmemesi iyi olsa gerek.


Sanal Bedenler'den sonraki projesi ise Sanal Mekanlar olmuş. Bu seride dünyanın önemli sayılabilecek başkentlerini, tarihi değeri olan yerleri ve ibadet yerlerini çekerek bu mekanları dijital ortamda elektronik devreler ve mikroçipler ile birleştirmiş.
Bu seriyi daha çok sevmemin nedeni fotoğraflar hakkında sanatçının açıklamalarını beklemeden de yargılara varabilmem sanırım. Bir de ilgi odağının insan olmaması.
Mekanlar tarihi, yavaş olması beklenilen, insanın 'doğal' haliyle (doğaldan kastım öz, temiz, çıplak)  bulunabilmesi gereken yerler.


Buradaki ironinin yansımasını sevdim. Kilise örneğinden yola çıkarsak, kiliseler ibadet mekanları. Dini törenlerin yapıldığı, törenler sırasında zaman zaman müziğin kullanıldığı yerler. Ancak günümüzde pek çok ibadethanede 'banttan kayıt' devri başladı. İbadet için gidilen bir yerde bile iletişimin bu derece dijitalleşmesi ve kişilerin birbirinden uzaklaşması veya o tarihi mekanların aydınlatmasının yüzlerce elektrik devresi ve kablolarla sağlandığını düşünmek tuhaf.
Ali serisini anlatırken mekan tanımlamaları yapıyor. Mekanı fiziksel, metinsel, yayınsal ve siber/sanal mekan olarak dörde ayırıyor.


Fiziksel mekanda bilgi, bedenin hareket haliyle eş (M.Ö.1000).
Metinsel mekan: Bedenden bağımsız bir hal alır. Matbaanın icadından sonra mekanın etkisi azalmıştır (M.S.1400).
Yayınsal mekan: Bilginin hareket etmeden ve eş zamanlı olarak dünyaya yayılması mümkündür (M.S.1900).
ve son olarak günümüzdeki mekan kavramı olarak tanımlanan internetle birlikte sınırları belirlenemeyen, bilginin değiştirilebilen bir hal aldığı siber/sanal mekan.



Sanatçının çalıştığı konuyu bu şekilde beslemesi ve düşünsel olarak hakim oluşu başarılı olmasındaki en büyük etken olsa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder