12 Ekim 2011 Çarşamba

Bir fotoğrafı yeniden yaratmak II

Bir önceki yazıda aklıma gelen örneklerin hepsini paylaşamamıştım.
Bu yazıda her yıl benim için en etkileyici sergilerden biri olan World Press Photo 11' sergisinde gördüğüm bir fotoğrafçıdan bahsedeceğim.
Fotoğrafçının adı Amit Sha'al. 1974 doğumlu ve İsrailli olan fotoğrafçı Calcalist adındaki gazetede çalıştığı gibi bağımsız bir fotoğrafçı olarak kişisel projeler de yapmakta.


Amit Sha'al'ın  Altneuland adlı serisi ise World Press Photo'nun 2011 yılı sergisinde Sanat ve Eğlence Hikâyeler üçüncülük ödülü aldı.
Ödül alan bu fotoğraflarda İsrail'de çekilmiş eski fotoğrafları, arka planda ise günümüzdeki halini görüyoruz.
Sha'al bu 1926 ile 1979 arasında çekilmiş siyah beyaz fotoğrafları alıp, fotoğraftaki gerçek mekanları buluyor ve daha geniş bir açıyla çekiyor.
Yeni fotoğraflar 2010 yılında çekilmiş. Sha'al fotoğrafları bir eliyle tutarken kolu sallanmasın diye tripod kullanıyor.
Sha'al bu sayede eski fotoğraftaki varolan mekanları yeniden yaratıyor/geri dönüştürüyor. Bir röportajındaki yorumuna göre fotoğraflarda üç zaman mevcut; eski fotoğrafın zamanı, yeni fotoğrafın zamanı ve ikisi arasındaki süreç.


Seriden fotoğraflar


A 1964 student visit to the Lion of Judah monument in Tel Hai (pictured in 2010). 

A couple on the day after they were married (1967) outside the Hilton Hotel, pictured in 2010. 


British guards (in 1936) at the YMCA building, Jerusalem, pictured in 2010. 


Safed College, formerly Hadassah Hospital, in 1926 and 2010.


The Aaronsohn family home, in Zikhron Ya’aqov, near Haifa, in 1949 and 2010. 


The City Hall on Rabin Square, formerly Kings of Israel Square, in 1965 and 2010.


The corner of Rothschild and Herzl Streets in 1979 and 2010


The Haviv School in 1929 and 2010. 


The Istiklal Mosque, in 1941 and 2010.


The Terra Sancta Building of the Hebrew University of Jerusalem, during the university’s 25th anniversary celebrations (in 1950) and in 2010. 

ve son olarak da 1967'deki ağlama duvarı 
The Wailing Wall, the most sacred site in Judaism, seen in 1967 and 2010.

Seri 17 fotoğraftan oluşuyor. Ben bir kısmını paylaştım. Geri kalanları da görmek için fotoğrafçının internet sitesine girebilirsiniz. 

Kaynaklar:
http://amitshaal.com/index.php?option=com_content&view=article&id=8&Itemid=10 
WPP 2011 sergisi fotoğraf metni
http://www.worldpressphoto.org/photo/2011amitshaalaes3-al?gallery=890
http://www.bjp-online.com/british-journal-of-photography/news/2072777/protests-force-world-press-photo-shutdown-beirut

11 Ekim 2011 Salı

Bir fotoğrafı yeniden yaratmak I: "Lunch atop a Skyscraper"

Gerek fotoğrafta gerekse resimde (aslında sanatın hemen hemen her alanında) kimi zaman röprodüksiyon (~ Fr reproduction yeniden üretme, çoğaltma < Fr re+ production üretme → prodüksiyon )  adı altında kimi zamansa başarısız taklitler diyebileceğimiz simülasyonlarla karşılaşıyoruz.


Pek tabi yeniden üretimler sayesinde farklı işlerle karşılaşmak, bunları karşılaştırabilmek ve zaman içindeki değişimleri görmek iyi olabiliyor.
(Aslında burada simülasyon, simülakr, gerçek vs. üzerine çok uzun yazılır ancak kafamı toparlayamıyorum. Yazı ertelenmesin diye de bu haliyle yayınlayacağım, mazur görün. Belki ileride eklemeler yaparım. Bu konuları merak edenler için: Jean Baudrillard'ın Sanat Komplosu okunabilir.)


Bu taklitlerin bir başkasına da az önce rastladım.
Fotoğrafta bunun örnekleriyle sıkça karşılaşıyoruz.


Bahsedeceğim "Lunch atop a Skyscraper" (New York Construction Workers Lunching on a Crossbeam) ismindeki fotoğraf.
Charles Clyde Ebbets

Oldukça ünlü olan bu fotoğraf Charles Clyde Ebbets (1905–July 14, 1978) tarafından 29 Eylül 1932 tarihinde, yani Rockefeller Center'ın inşaatının son aylarında çekilmiş. İnşaatın 69.katında çekilen bu fotoğrafta bir kiriş üzerinde oturarak öğle yemeğini yiyen işçileri görüyoruz.
Bu fotoğraf ilk defa 2 Ekim 1932 tarihinde New York Herald Tribune gazetesinde yayınlanmış.
Bir ikon haline gelen bu fotoğrafın telif hakları Bettman Archive'e ait imiş ve çekildiği yıl yayımlanmasına rağmen 2003 yılına değin Charles C. Ebbets'ın ismi belirtilmemiş.
Kimi kaynaklarda fotoğrafçısı için 'bilinmiyor' yazıldığı gibi kimi kaynaklarda da farklı isimler yazılmış.

Özellikle de Ebbets'dan daha önce(1931'de) Empire State binasının inşaatını fotoğraflayan Lewis Hine ile karıştırılmış.
Hala google görsellerinde Lewis Hine ismini arattığınızda ilk karşınıza çıkan fotoğraf "Lunch atop a Skyscraper".


Gelgelelim konumuza. Bir haber sitesinde rastladığım yazı sonrasında bu fotoğraf hakkında araştırmaya başladım.
Sitedeki fotoğraf aşağıda.
Michael Crompton, 2011

İngiliz inşaat işçisi Michael Crompton (61) ve 11 arkadaşı tarafından bu kez Londra'da, neredeyse 80 yıl sonra yeniden canlandırıldı.
İnsanlar taklitlere, tekrardan canlandırmalara neden ihtiyaç duyarlar?
Bu gibi fotoğrafları tekrardan canlandırmanın altında yatan duygu nedir? Zaten bir başarı elde eden ve ikon haline gelmiş bir fotoğrafın simülasyonu ile ikinci bir tatmin yaşamak? Gölgesinde kalacağını bildiği halde canlandırmak? En azından haber olmak?
Yalnızca eğlence?



Bu olgu üzerine düşüneduralım ben fotoğrafı araştırırken karşılaştığım bir kaç ilginç videoyu paylaşayım.


fotoğrafın üç boyutlu canlandırması



kendilerince yazdıkları bir hikaye, komiklikler falan



Charles Clyde Ebbets'ın inşaat sırasında çektiği diğer fotoğraflar









Bir de lego hayranı bir fotoğrafçının işine rastladım.
Mike Stimpson, klasikleşmiş fotoğrafları lego ile yeniden canlandırıp fotoğraflıyor.
Ebbets'ın fotoğrafının canlandırması ise şöyle :)




Son olarak da Ebbets'ın kendisi. Fotoğrafçısı belli değil.
İnşaatta çalışırken:

Kaynaklar:

http://www.worldsfamousphotos.com/index.php/2008/01/21/lunch-atop-a-skyscraper-1932/
http://en.wikipedia.org/wiki/Lunch_atop_a_Skyscraper
biraz daha fazlası için: http://www.nieworld.com/special/floridaquest/quest2006/treasuretrove4.htm
http://www.popphoto.com/news/2008/08/photo-classics-lego-sign-guy
http://www.wired.com/culture/art/multimedia/2008/08/gallery_legophotog
http://www.ntvmsnbc.com/id/25287499/

9 Ekim 2011 Pazar

Ne var ne yok

Sezon başının etkileri hala sürmekte. Her ne kadar eylül ayının yoğunluğu olmasa da ekim de dolu dolu geçiyor. Hemen hemen her gün bir sergi açılışı, bir etkinlik var.
Ben de bu sırada açılıştan söyleşiye yetişmeye çalışırken yazmaya fırsat bulamadım. Sanıyorum ki onca şeyi yazmam da kolay olmayacak. Bu nedenle en azından gittiğim ve ilgimi çeken bir kaç etkinliği isim olarak paylaşıyorum ki kaçırmadan gidip görebilin.



Ali Taptık - Deployment
Ali Taptık, "Deployment" sergisinde, 2004-2011 tarihleri arasında çektiği fotoğrafları seri, kitap, yerleştirme gibi yöntemlerle bir araya getiriyor. Aynı anda farklı seriler üzerinde çalışmayı tercih eden sanatçı bir faaliyet raporu niteliği taşıyan sergisinde görsel hikâye ve denemelerinde bulunduğu noktayı ifade ediyor.
 Taptık, bu sergiyi alışılmışın aksine üretimi için bir bitiş değil başlangıç noktası olarak görüyor. Serilerin birbiri ile karıştığı, çok yönlü ilişkiler oluşturduğu bu sergi seyirciyi bir nevi sanatçının özel çalışma odasına taşıyarak, iki taraf için de kuralların yıkılmasına ve beklentinin “olması gereken” kalıbının dışına taşarak tartışmaya davet ediyor.
“Deployment” sergisinde yer alan işler  “Teğet”, “Probe”, “Bir Bitki Örtüsüne Doğru” ve “Meridyenler” başlıkları altında toplanıyor. “Teğet” Taptık’ın son 7 senedir üzerinde çalıştığı çoğunlukla seyahatlerde çektiği şip-şak fotoğraflardan oluşan yeni kitabının ön çalışması niteliğinde.   “Probe”, farklı fotoğrafik dillerin bir arada kullanma denemesi olarak ortaya çıkan, detaylı bakış, yakınlaşma-uzaklaşma, bütün ile parçalarının arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir seri. Görsel araştırma, hatta bir nevi kataloglama olarak ortaya çıkan kentteki bitkilere yakından bakan “Bir Bitki Örtüsüne Doğru” adlı çalışmayı ise Taptık ileride biyolog, botanikçi ve peyzaj mimarlarının yazıları ile zenginleştirerek ansiklopedik bir kitap olarak yayınlamayı planlıyor. Serinin ismi Le Cobusier’in “Bir Mimarlığa Doğru” kitabından esin alınmış. Son olarak, “Meridyenler” Henry Miller’in ‘Oğlak Dönencesi’ kitabının Türkçe basımının yayınlanma hikâyesinden beslenerek sansüre karşı başarılı ve kollektif bir duruşu hatırlatmayı amaçlıyor.
Türkçe’de, “belirli bir amaç için konuşlanmak, yayılmak, kullanılmak” anlamına gelen ve "mevzilenme" ve "intikal" kelimeleriyle Türkçe’ye cevrilen ‘deployment’ başlığı Taptık’ın sergisinde tam da bu sözlük anlamını karşılıyor. Farklı kurgular ve yapılarla bir araya getirilmiş fotoğraflardaki anlatımlar, imajın ötesinde sergideki konum ve sunuş biçimleri ile de şekilleniyor. “Deployment” 15 Ekim’e kadar x-ist’de görülebilir.




Rasha Kahil- In your Home
Özellikle fotoğraf işlerini sergilemeyi tercih eden galerilerden biri olan The Empire Project bu sefer, daha önce de işlerini sergilediği bir sanatçı olan Rasha Kahil'in 'In Your Home' adlı serisini bulunduruyor.

The Impossible Space / İmkansız Mekan 
RecCollective'in işlerinden oluşan İmkansız Mekan adlı sergiyi bienal süresince Han 38 adlı geçici galeride görmek mümkün. 
Sergi boyunca GAPO ve Bandrolsüz'ün çalışmaları görülebilir.
(www.bandrolsuz.org, www.gapo.org)
Bilinmezi tanıdık kılma arzusuyla haritalar çizmek, güzergahlar oluşturup, mahalleler kurmak... Mekanı gözlemlenebilir bir düzene yerleştirmek için yaşam alanlarını bölmek, sistemlerle gözetlenebilir kılmak... "Bir yerin" bilinmezliğini, ürkütücülüğünü yok edip bize dair bir mekan olması için bir çaba...
Bu, RecCollecive'in alan ve mekan kavramları üzerine iş ürettiği bir sergi. Etrafa yönelttiğimiz bakış ve bunun fotoğrafa yansıyışı; mekanda ilerleyişimizin geride bıraktığı izler gibi... Görüntü, bazen bakanı çevreden ayıran, tanımlanmış ile bilinmez arasında sonsuz sayıda alternatif üreterek "aşina mekan" tanımlarını yeniden kuran bir sınır gibidir...
Avrupalı Kadınlar
Avrupalı Kadınlar sergisi 21 Ekim'e kadar Tütün Deposu'nun ek binasında görülebilir.
Pek çok kadın sanatçının işlerinden oluşan bu sergiyi mutlaka görmenizi öneririm.
Fransız sanatçı ve Paris merkezli Atelier Reflexe’in yöneticisi Véronique Bourgoin, Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen AB Kadınları projesini altı Avrupalı ortak ile birlikte yürütüyor. “AB Kadınları” adlı sergide, tanınmış Avrupalı sanatçıların ve fotoğrafçıların işleri yer alıyor. Fotoğrafçılar, Avrupa’daki kadınlar hakkında görüşlerini belgelemek üzere 2006 yılında Paris’te Atelier Reflexe’de buluştular. Bu sergi, Avrupalı kadınlar ve onların 21. yüzyılla ilişkilerinin farklı yaklaşımlarla oluşturulmuş temsillerini içeriyor. Proje, Fotohof-Avusturya tarafından derlenen bir kitap olarak yayımlandı ve 2007 yılından beri dünyanın farklı yerlerindeki festivallerde, kurumlarda ve müzelerde sergilendi. Sergiye Türkiye’de ilk defa Anadolu Kültür, Tütün Deposu Ek Bina’da ev sahipliği yapıyor.
GFI– Yerli Göçmen
Kısmen yeni, bağımsız bir fotoğraf oluşumu olarak tanımlayabileceğimiz Genç Fotoğraf İnsiyatifi genç fotoğrafçıları destekleyebilmek için tamamen kendi imkanlarıyla sergiler açmaya çalışıyor.
İkincisini açtıkları sergi için seçtikleri genç isimse Alper Dutkin.

Galata kulesine yakın olan Tatar Bey sokakta bulunan GFİ'nin yeri oldukça sıcak ve samimi bir mekan. Sergideki fotoğrafları daha büyük boyutlarda da görebilmeyi dilerdim ancak imkanları kısıtlı olduğu için yapabilecek bir şey yok. Belki ileride destek olacak başkaları, güzel ve bonkör sponsorları da olur :) 
Alper’in “Yerli Göçmen” projesiyle ilgili cümleleri şöyle:
2004 yılında Üniversite eğitimi için İzmir’den Çanakkale’ye geldim. 2006 yılında ilk fotoğraf makinemi edindim. Fotoğraf çekmeye başladığımda, özellikle Roman mahallesi üzerine fotoğraf çalışması yapmayı planlamamıştım. 2007 yılında, Çanakkale sokaklarında dolaşırken yanlışlıkla girdiğim Fevzipaşa mahallesinde çay içmek için bir kahvehaneye davet edildim ve ilk hatıra fotoğraflarımı çektim. Daha sonra fotoğrafların çıktılarını alıp götürdüm ve çalışmam kendiliğinden başlamış oldu. Böylece ben Fevzipaşa’da olmayı, burayı fotoğraflamayı sevdiğimi anladım ve gitgide bu muhitte daha fazla vakit geçirmeye başladım. Fevzipaşa’yı , en başından beri neredeyse hiçbir yabancılık çekmeden fotoğraflıyorum. Bunda on yedi yılımı geçirdiğim Gültepe’nin İzmir’in nam salmış Roman Mahallesi Kuruçay’ın komşusu olmasının da etkisi büyük. Yerli Göçmen çalışması; benim fotoğrafa bakış açımın değişiminin hikayesi de diyebiliriz. Yerli Göçmen , geniş zamana yayılan bir çalışma olduğu için , fotoğrafla ilgili gelişen ve değişen bakış açım da çalışmama yansıdı. Örneğin İlk yıllarda fotoğraflandığının farkında olan insanları çekmekten kaçınıyordum ayrıca içinde insan olan fotoğraflara yoğunlaşmıştım. Daha sonra bunu aştım ve portreler çalışmaya, içinde insan olmayan karelerle de ilgilenmeye başladım.Yerli Göçmen çalışmamı belli bölümlere ayırdım ve o bölümleri tamamlamaya çalışıyorum. Çalışmayı düşündüğüm tüm bölümleri tamamlasam da , bir gün Çanakkale’den ayrılsam bile, Fevzipaşa mahallesini ziyaret edip burayı fotoğraflamaya ve orada olmaya devam edeceğim.

25 Eylül 2011 Pazar

Söyleşi: Anders Petersen



Geçen gün Fotoğrafevi'ndeki Anders Petersen söyleşisine gittim. Fotoğrafevi'nde de bir söyleşi dizisi başlamış, yeni haberim oluyor. 




Anders Petersen 1944, Stockholm doğumlu İsveçli bir fotoğrafçı.
14 yaşındayken Värmland'daki Karlstad'a taşınınca Karin Bodland ve Lars Sjögren adlarında iki sanatçıyla tanışır. 
1961 yılında bir süreliğine almanca öğrenmek için Hamburg'da kalır ve aynı zamanda yazmayı ve resim yapmayı dener. Fakat fotoğraf çekmez.
Beş yıl sonra  Christer Strömholm'la tanışınca Stockholm'deki School of Photography'ye girer ve öğrencisi olur. 
En bilinen serilerinden biri 1967 yılında fotoğraflamaya başladığı Hamburg'da Café Lehmitz adındaki bir bar.


Söyleşi sırasında not tuttuğum defteri kaybettiğim için aklımda kalan kadarını aktaracağım.
Anders Petersen genel olarak fotoğrafa nasıl baktığını, çekerken neler hissettiğinden, ne düşündüğünden bahsetti.
Fotoğraf çekerken entellektüel birikimini bırakıp yalnızca duygularını ve en ilkel yönlerini ortaya çıkartmaya çalıştığını, yeri gelince çocuk biraz da deli olmak gerektiğini söyledi.
Çektiği fotoğraflar aslında bir nevi otoportreler. Çünkü fotoğraflarında objeler sayesinde kendini anlatmaya, objeler üzerinden kendini yansıtmaya çalışıyor.
Fotoğraf çekerken düşünmüyor. Ancak fotoğraftan önce ve sonra bir düşünsel süreç var.
Düşün - Düşünme - Düşün

Fotoğrafını çektiği, çekmek istediği insanlara karşı net. Eğer biri ilgisini çekerse gidip ne istediğini açıkça söylüyor. Buna, sokakta gördüğü bir kadının yanına gidip şimdiye kadar gördüğü en büyük göğüslere sahip kadın olduğunu ve fotoğrafını çekmek istediğini söylemesi örneğini verebiliriz.
Ve kişileri çektikten sonra genellikle fotoğraflarını onlara ulaştırmaya çalışıyormuş.

Anders Petersen'in kendine yakın bulduğu fotoğrafçılar arasında Nan Goldin, Antoine D'Agata gibi isimler var (defter kayıp diğerlerini hatırlayamıyorum).
Kendini yalnız hissettiği zamanlarda kendine yakın ve aynı/benzer duyguları hisseden bu fotoğrafçıların varlığından güç bulup birşeylerin üstesinden geldiğini ve bir aile gibi hissettiğini söylüyor.

Aşağıda Anders Petersen'in birkaç fotoğrafını paylaşıyorum.


















Söyleşi sırasında kimi zaman fotoğraflar hakkında kısa kısa bilgi veriyordu Petersen.
Bu fotoğraf için de açıklama olarak 'Paris metrosunda' deyince kısa süreli bir kitlenme yaşadık. İsveççeden türkçeye olan çevirinin azizliği mi gerçek mi bilemiyoruz. Çok da mühim değil aslında.


 Bu kadın için açıklamasıyla yalnızca çok kıllı olduğu için fotoğrafını çektiği ve seçtiğiydi. Gerçekten de öyle. 








Bazı fotoğraflarının ne olduğu hakkında bir fikri yok. Yalnızca hissedip çekiyor.






Akıl hastası olan bu adam normalde kafasında bir kese kağıdıyla duruyormuş. Anders fotoğrafını çekmek istediğindeyse kafasında kese kağıdı olan insanların fotoğrafını çekemeyeceğini söyleyip takma gözlük ve bıyık takıp poz vermiş.


 Paris'te çekilen bu çiftin fotoğrafı özellikle sansürlü. Paris'te insanların fotoğrafını çekmek için izin alıp bir kağıt imzalamanız gerekiyormuş. Aynı uygulama New York'ta da varmış.



14 Eylül 2011 Çarşamba

Fotoğraf Okuması: W. Eugene Smith


Fotoğraf: Arnold Newman/Getty Images

Uzun bir tatilin ardından İstanbul'a alışmak ve tatil sonrası bunalımı yaşamamak için şehre gelişimi bir fotoğraf etkinliğiyle değerlendirmeyi uygun buldum ve Merih Akoğul'un Eugene Smith üzerine yapacağı fotoğraf okumasına gittim.
Eugene Smith 1918-1978 yılları arası yaşamış Amerikalı bir fotoğrafçı.
İlk fotoğraflarını 15 yaşında iki yerel gazete için çekmiş. 1936 yılında ona özel bir burs ile Wichita'daki Notre Dame Üniversitesi'ne girmiş. Bir sene sonra okulu bırakıp New York'a gidip New York Institute of Photography'e girmiş.
Hayatı boyunca Newsweek ve LIFE gibi prestijli dergiler için fotoğraf çeken Eugene Smith, basın fotoğrafçılığı denince akla ilk gelen isimlerden.

Bugün ise Eugene Smith'in hayatı ve yaşadığı dönemle birlikte fotoğraf üslubundan, özellikle bir iki fotoğraf üzerinde durarak bahsettik.
Bunlardan biri İspanyol Köyü serisinden diğeri Japon balıkçı köyünden bir fotoğraf.

Banyoda yıkanan Tokomo

Smith; Minamata adlı projesinde bir japon köyündeki çevre kirliliği ve civa zehirlenmesi sonucu, sakat doğan çocuklar ve kirliliğin insanların hayatı üzerindeki etkilerini çalışmıştır.



Yukarıda gördüğünüz Banyoda yıkanan Tokomo adlı fotoğraf Eugene Smith'in belki de en bilinen fotoğrafı.

Bu fotoğrafta punctum ve studium üzerine konuştuk. Punctum ve studium Roland Barthes'ın Camera Lucida adlı kitabında bahsettiği iki fotoğraf kavramı. Bu kavramları daha iyi anlayabilmek için kesinlikle kitabı okumanızı öneririm. Onun dışında genel bir bilgi için, Meren'in fotoğraf günlüğü. Punctum fotoğrafta sizi vurandır. Kişiseldir. Herkes için bir fotoğraftaki punctum farklı olabilir.         Biz ise bu fotoğraf üzerine konuşurken, Merih Akoğul salona fotoğraftaki punctumun ne olduğu sorusunu yöneltti. Eller, ayaklar, bakış gibi cevaplar geldi. Ancak sanıyorum ki en sonunda ortak punctum(?) annenin çocuğa bakışı, yani sevgi ve merhameti oldu.

Diğer fotoğraflar ise halen foto-röportaj türünün en iyi örneklerinden sayılan Smith'in 1950 yılında çalıştığı İspanyol Köyü adlı serisinden.
Smith; `İspanya`ya, Franco`nun getirdiği yoksulluk ve korku üzerine bir iş yapmaya gidiyorum. Ümit ediyorum ki bu benim en güçlü hikâyem olacak!` diyerek yola çıkıyor ve yirminci yüzyılın görünümümün aksine gerçekten ilkel, orta çağ şartlarını andıran bir köy buluyor ve orada çalışmaya başlıyor.


İspanyol köyünden bazı fotoğraflar

Yukarıdaki The Wake adlı fotoğrafı araştırırken şöyle bir yazıya rastladım.


Bu fotoğrafta gördüğümüz üç ispanyol askeri. Fotoğrafın hikayesi ise şöyle imiş: Smith ve onun İspanya'daki eskortu dolaşır ve Smith fotoğraf çekerken bu durumdan işkillenen askerler Smith'in yanına gelip neden sürekli fotoğraf çektiğini soruyorlar. Bunun üzerine oldukça politik ve akıllıca davranan Smith, sizin de bir fotoğrafınızı çekeyim diye teklif ediyor.
Askerleri dilediği gibi yerleştirip böyle daha yakışıklı gözükeceklerini söyleyerek istediği sıralama ve tabakalandırmayı yaratıyor. Fotoğraf içindeki hiyerarşisini oluşturuyor.
Bu fotoğraf okumasının bana en büyük faydası belki de bir fotoğraf üzerine bu kadar uzun konuşmak ve dinlemek oldu.
Her ne kadar bireysel olarak fotoğraf baksam ve üstlerine düşünsem de iki saati aşkın bir süre tek bir fotoğrafçıya ve bunun büyük bir kısmı tek bir fotoğrafına odaklanmak, onu düşünmek iyi geldi.


Eugene Smith'in diğer birkaç fotoğrafı





Bu fotoğrafın hikayesi için tıklayınız.